İstanbul “2010 Avrupa Kültür Başkenti” ilan edildiğinde bir yayınevi için “Benim Prens Adalarım” adlı kitabımı yazmıştım.

Çalışma sürecinde başta Büyükada olmak üzere dört büyük adayı karış karış dolaşmıştım.

Örneğin bahtsız Bizans imparatoru Romen Diyojen’in (Romanos Diogenes) Kınalıada’daki mezarını ziyaret için bu şirin adamızda bir tepeyi tırmandığımı bugünmüş gibi anımsıyorum.

Tıpkı bunun gibi Adalar’ımızın kıyısını köşesini genelde yayan yapıldak (belki çok gerektiğinde faytonla) dolaştım.

Büyükada’da mütevazı bir konut edinme öncesinde Tepeköy’ün en tepesinde kirada oturmuştuk.

Şimdi orası ile Ada iskelesi ve çarşısı arasında nasıl gidip geldiğimizi doğrusu anımsamıyorum.

Herhalde çoğunlukla yine yaya olarak.

Çünkü bulunduğumuz yere ne faytonla ne bisikletle çıkılabilirdi.

Sözünü ettiğimiz şimdiki gerçekten mütevazı konuta da yaya ulaşmak için bir zaman Lala Hatun Caddesi’nde yürümek fakat asıl daha sonra amansız bir yokuşu tırmanmak gerekiyor.

Başlarda ister istemez bunu göze alırdık.

Şimdi ise bunu yapabilmek hemen hemen olanaksız.

Bunları ayrıntılı olarak yazmanın nedeni genelgeçer çözümlerin özel durumlara her zaman uymadığını göstermek içindir.

Kendi payıma ben her zaman yürüyüşü seven biriyim. Bunun nedeni sadece sağlık kaygısı değil, şiirlerimi ve yazılarımı genellikle bu yürüyüşler sırasında düşünmemdir.

Gelgelelim bugün oturmakta olduğumuz evin konumu bakımından özellikle dönüşlerin yürüyerek yapılabilmesi, çok zorunluysa eğer günde ancak belki bir kez olabilir.

Sözü böylece “akülü” konusuna getirmiş oluyorum.

Şu anda Ada’da değilim. Akülü kargaşasına son verilmeye başlandığını öğrendim ve çok sevindim.

Belirlenmiş olan yaş sınırının üzerinde olarak benim için kişisel bir sıkıntısı söz konusu değil.

Ancak örneğin çocuklarını Lala Hatun üzerindeki okula akülülerle getiren ebeveynleri düşündüm ve canım sıkıldı.

Bu soruna bir çözüm düşünüldü mü?

Okula uzak bir noktadaki anne, çocuğunu nasıl götürüp getirecek?

Bir başka çözüm oluşturulamadığı sürece akülü araçlar kuşkusuz bir çözümdü.

Bu ve benzer konularda başkaca ve sayısız sorun olduğunda kuşku yok.

Adalar sadece yürüme zevkinin yaşanacağı ya da kuş seslerin dinleneceği ortamlar değil, sayısız günlük gereksinimleriyle bütün bir halkın yaşadığı yerlerdir.

Kimseyi emirle yürütemez ya da bisiklete bindiremezsiniz.

Ölçüsüzce çoğaltılmasa, çoluk çocuğun eline düşmese, bu araçlarla çarşı içlerine dalınmasa ve en önemlisi birtakım ellerde yasadışı olarak turist vb. taşımada kullanılmasa akülüleri toptan lanetlemenin bence sağduyulu bir gerekçesi olamazdı.

Kaldı ki şimdiki ölçüsüz el koymalar sonrasında korsan taksiciliğin çoğalacağından kuşku duymam. Her köşe başına bir polis konulamayacağına göre yapılması gereken, yasaklamada ölçüyü kaçırmamak, yanlışlardan dönmek, yanı sıra da taksileri çoğaltmak olabilir.

Benim “dinozor” diye adlandırdığım “azmanbüs”lere gelince: Adalar’ı Roma’ya değil gecekondu semtlerine dönüştüren bu araçların bir an önce kullanımdan kaldırılması gerekiyor ve öyle de olacaktır. Bunları, İmamoğlu’nun beni çok şaşırtan sözlerini tekrarlayarak “Dizayn ve estetik hassasiyeti olan bir kısım vatandaş”tan biri olarak söylüyorum.

Ada dostlarının bildirilerinde çok doğru olarak belirtildiği gibi konu sadece “dizayn ve estetik” sorunu değil, Adalar’ı şehirleştirme yönünde atılabilecek adımları en baştan görerek durdurmak ve engellemektir.

“Dizayn ve estetik” konusuna gelince, sadece Adalar, İstanbul ve Türkiye değil bütün bir dünya insanca yaşanılmaya değer bir yer olacaksa bu ancak aralarında bu sözlerin sahibinin de bulunduğundan kuşku duymadığım “dizayn ve estetik” duyarlılığı olan bir kısım insanın öngörülerinin, sorumluluk duygularının ve çabalarının sonucunda olabilecektir.

Kaynak bağlantısı