Bu devlet milletiyle hiçbir
zaman barışmadı. Sanki millet,
devleti yapan değilmiş gibi.
TRT ekranından Avrupa Futbol
Şampiyonası’nı izliyorum. Alman
milli takımın kaptanı Türk. Başka
Türk asıllı oyuncuları da var. TRT’nin
gariban spikerlerinin dilleri, bir türlü iki
Türk asıllı oyuncuyu övemiyor. Ödleri
kopuyor başlarındaki yöneticilerden…

O gençlerin dedeleri Almanya’ya
turistik gezi için gitmediler. Kendi
memleketlerinde açtılar, işsizdiler.
Almanya’da ekmek paralarını aramak
için çıktılar yollara. Dil bilmiyorlardı.
İlk zamanlar çok çektiler. Üçüncü
kuşaktan itibaren bir rahatlama oldu
ama bu defa da Avrupa’da aşırı
milliyetçilik güçlendi. İstemediler
kendi ülkelerinin ekonomisi kurtaran
bu göçmenleri. Onlarda devletle
millet aynı düşüncede oldu bu
konuda. Aşırı milliyetçilik güç
kazandı. Gelgelelim artık orada öyle
bir Türk nüfusu oluşmuştu ki ve
genç kuşak Türkler öyle başarılara
imzalar atıyorlardı ki. Alman Milli
Futbol Takımı’nın kaptanlığını bir
Türke verdiler… Benim için zaten
böyle kavramlar geçerli değildir.
Biraz yukarı çıkıp bakınca bunların
hiçbir önemi kalmıyor. Eğer dine, dile,
ırka sığınırsanız da o zaman oturup
düşünün: “Adem’le Havva” hangi
dinden, hangi millettendi?…

ANAN

Anan mutlak anandır,
ama baban belki
babandır. Bu söz meşhur
Urfalı Babi’nindir. Anadolu’dan
çıkma doğru bir deyiş. Dinimizde
de biri öldüğünde annesinin adıyla
gömülür. “Falanca hanımdan
olma bilmem kim…” diye. Anne
garanti çünkü doğuruyor işte.
Ama baba hiçbir zaman garanti
değil. Yalakaları kastetmiyorum.
Onların da birer veya daha fazla
babaları olduğu muhakkak. Ama
yıllardır bizlere açık açık hakaret
ve haksızlık eden bu yalakaları
bir gün isim isim açıklamak
gerekiyor. Henüz zamanı var. Bazı
politikacıları da anarak
yapmak gerekecek bu
işi… Dedim ya yukarıda
da. Bu yazıyı onlarla kirletmek
yerine güzel şeylerden söz
etmeye dönüyorum.
Hâkim bir boşanma davasında
adama sormuş:
“Kiminle evlisin?”
Adam: “Bizim karıyla.”
Hâkim: “Oğlum sen hiç erkekle
evleneni duydun mu?”
“Duydum.”
“Kim”
“Bizim karı…”
İşte böyle şeylerle gidelim, daha
iyi.

Atatürk diyor ki: Büyük tehlikeler önünde uyanan milletlerin ne
kadar sebatkâr oldukları tarihen müspettir.

YAPMAYIN BUNU

Kanal İstanbul’u
anlamaya
çalışıyorum. Belki de İstanbul’umun
kaderini değiştirecek bir proje. Fakat
anlayamadığım pek çok şey var bu
konuda. Cumhurbaşkanının rüyasıymış
bu. Açıklamasında Boğaz’da olan
kazaların önüne geçmek için olduğunu
söyledi. Kırk yıl önce Independenta
adlı gemi Marmara çıkışında patladı.
Mazotu uzun süre denize aktı.
Gerçekten kötü bir durumdu. Ama
sonra böyle büyük bir kaza olmadı.
O nedenle boğazdaki trafik kazalarını
önlemek fikri beni tatmin etmedi. Böyle
kanallar açılırken gereksinimlerinin ne
denli yararlı olacağına bakılır. Süveyş
ve Panama Kanalları bunun en güzel
örneğidir. İkisi de olmasa kocaman
iki kıtayı dolaşmak zorunda kalıyordu
gemiler: Afrika kıtası ve Güney Amerika
kıtası. Oysa bu iki kanal denizcilikte
devrim oldu. Peki, Kanal İstanbul nasıl
bir işlevi yerine getirecek? Kazaları
boş ver, onu yedik. Olacak şey değil
40 yıl önce olmuş
bir patlamayı örnek
olarak vermek. Üç dört kere de yalılara
çarpan gemiler oldu. Hiçbir şey olmadı.
Trafiği kolaylaştırmak içinmiş yani
Karadeniz’e çıkacak gemiler boğazı,
Karadeniz’den inecek gemiler Kanal
İstanbul’u kullanacakmış. Bunun kime
yararı var ben anlamıyorum ki. Boğaz
trafiği yıllardır düzenli işler. Kılavuz
kaptanlar vardır. Ben alçakgönüllü
anlatıyorum ama eski bir bahriyeli ve
ehliyeti olan bir tekne kaptanı olarak da
rahatlıkla söyleyebilirim ki bu projenin
asıl nedeni bu olamaz. Burada başka
bir şey var. Bu benim tahminim değil.
Bilim insanları, bu işle ilgili olanlar
açıkça söylüyor zaten asıl nedeni. Çok
önceden kanalın geçeceği bölgeden
arazi edinenler var. Yurtiçinden,
yurtdışından. Durup dururken. Oğlum
siz bizi açık açık salak yerine mi
koyuyorsunuz? Evet, yıllardır bunu
yaptınız, ama artık ayıp oluyor. Bunu
yapmayın. Kanalı da.

YARGI

Adalet sisteminde reform
yapacaklarmış. Hiçbir şey
yapmasanız yeterli. Savcıları,
yargıçları baskı altında tutmayın
yeter. Adamlar sizin sisteminiz
içinde feleklerini şaşırdılar. Aşağı
tükürseler sakal yukarı tükürseler
bıyık. Diyecekseniz ki: “Tükürmeleri
şart mı?” Efendim ben bunu lafın
gelişi olarak söylüyorum, laf olsun
diye. Çünkü sık sık yargılanıyorum ve
utanıyorum oradaki durumları görünce.
Hükümetin gazetesi bana alenen “P…
nk Müjdat” diye manşet attı.
Dava açtık, kaybettik. “Fikir
özgürlüğüdür” dedi yargı.
Şimdi ben bu yargıya, yargıca, savcıya
ne diyeyim? Ne desem suç olacak.
O nedenle onları partileri ve aileleriyle
baş başa bırakıyorum. Ama yüzde
yüz eminim ki -eğer yaşarsam- o
günleri gördüğümde, bir tekiyle yüz
yüze gelirsem ki mutlaka geleceğim,
söyleyecek birkaç sözüm olacak.
Hatta birini burada söyleyebilirim:
“Rahat uyuyor musunuz?”

Kaynak bağlantısı