Sıra, sonunda Türk filmlerine geldi. Festivalin sanat sineması ağırlıklı “Orizzonti” seçkisinde, üç filmle bu yıl ciddi bir varlık gösteren Türk filmlerinin tümü son günlerde programlandığı için, ancak ikisini izleyebildim; ve hemen belirteyim,çok umutlandım.

Gelişimini, hızlı değişimini doğrudan yerinde gözlemleyemediğim memkeketimizden gelen duyarlı insan manzaralarıydı önüme gelenler…

Murat Fıratoğlu’nun ilk uzun filmi “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”, dupduru yalın diliyle dikkati çekiyor öncelikle. Yakın planları sevmeyen bir hikaye anlatıcısı Murat Fıratoğlu. Kahramanlarının psikolojilerini deşmeye falan çalışmıyor. Alabildiğine mesafeli bir gözlemci olarak, onları doğal ortamlarında, günlük yaşamları içinde izliyor. Dik kafalı, sessiz ve içine dönük bir mizacı olan İzmirli Eyüp, borç icinde bunalmakta; ailesini geçindirmekte zorluk çekmektedir… Urfa civarlarında, Siverek’te, güneş altında domates kurutma işinde ter dökerken, yevmiyelerini iki haftadır ödeyemeyen Hemme ile kavga eder. Adamın anasına küfür etmesi öfkesini kabartmıştır; gidip evden silahını alır…

Tarlaya geri dönerken motosikleti arızalanınca, o sıcak yaz günü, kasaba ve köylerden geçerken karşılaştığı insanlar, tanık olduğu sıradan olaylar, tuhaf rastlantılar peşini birakmaz. Yol karmaşık bir labirente dönüşür…

Filmde Eyüp karakterini de kendisi yorumlayan yönetmen ve senaryo yazarı Murat Fıratoğlu, konusuna, sinsi bir kara mizah eşliğinde yaklaşıyor. Diyaloglara pek başvurmayan mesafeli anlatım dili, özeni görüntülerin estetik bütünlüğü sayesinde etkinleşiyor. Uzak ve sabit planların etki gücü, insanların kalabalıklar içindeki yalnızlığının altını ustaca çiziyor…

Murat Fıratoğlu, dikkatli bir gözlemci. Yer yer bıyık altından gülmeyi seven kamerasıyla, hınzır bir gözlemci… Tabii, buradaki  gözlemleme becerisi, görünenin gerisinde kalanı da sahneye koyabilen yaratıcılıkta somutlaşıyor…

Bu köy ve kasaba yaşamında herkes birbirini tanıyor olsa bile, aslında herkes kalabalıklar içinde yalnızdır… Dayanışma duygusuna sahip oldukları sanılan bu insanlar arasında, yardım eli uzatmaktan çok yardım istemeyi bilenler çoğunluktadır… Karşısındakini dinleyip anlamaya çalışmak yerine, kendi dert ve düşüncelerini dışa vurarak, haklılığının teyit edilmesini bekleyenlerin bol olduğu bir ortamda, aile arkadaş ve komşu ilişkileri de yozlaşmıştır. Eyüp, inatçı mizacıyla, gururlu ve öfkeli tavırlarıyla, hepsinden daha yalnızdır…

Has bir yaratıcı sineması örneği olan “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”nin, yapımcılıktan oyunculuğa dek hemen hemen her aşamasında yer alan “inatçı” yönetmen Murat Fıratoğlu, Türk sinemasının ‘auteur’leri arasında iz bırakabilecek bir potansiyele sahip…

Tıpkı Cansu Baydar gibi. Yine “Orizzonti seçkisinin kısa filmler programında yer alan “Neredeyse Kesinlikle Yanlış”, gerçekçi ve duyarlı bir yaklaşımla, memleketimden insan manzaralarına güzel bir sayfa ekliyor. Hızla değişip dönüşen memleketimden yepyeni manzaralar demek daha doğru olacak… İstanbul’un göbeğinde, küçük kardeşiyle yaşam mücadelesi veren Suriyeli sığınmacı genç kız Hanne’nin bir günlük yaşamı, duru, yalın bir sinema diliyle işlenmiş. Alabildiğine gerçekçi olan, ne istediğini bilen, seviştiği genci zamanı geldiğinde evinden kovmayı bile beceren Hanne, herşeye karşın umutludur. Gökyüzünde, kardeşiyle birlikte Almanya’ya kapağı atacağı uçağın içinden aşağıya bakacağı günü bekler…

ÖDÜLLER VE GERÇEKLER…

Bu gece verilecek ödüllerle, sinema düzeyi çok yüksek yoğun bir festival daha son bulacak.

Dikkatimizi, heykelcik kapma yarışının çok ötelerine götüren; acınası, gülünesi ve ağlanası hallerimizi makyajlamadan gözler önüne seren filmler izledik Lido adasında.

Sorumlu, bilinçli, dürüst ve yapıcı yaklaşımlar, dünya gerçeklerinin dehşet verici boyutlarına ışık tuttu…

Ödül alacak filmler kadar, bu akşam ödül listesine giremeyecek ya da sığamayacak filmleri de izlemek gerekiyor…

Kaynak bağlantısı