Sevgili okurlarım başlığımı okuyup aman korkmayın. Malum “Burada” konusunda yayın yasağı var. Ne kendimi ne de sizleri zora sokmak ister miyim? Ben bugün sadece izlediğim bir filmi anlatmak istiyorum. Filmin adı: Duyulmayanlar! Bir Güney Kore filmi. Film şu dehşet sahneyle açılıyor. Üstü başı yırtık 8-10 yaşlarında bir çocuk gecenin karanlığında tren yolunda ilerliyor, bir süre sonra trenin ışıkları onu aydınlatıyor ve tren çocuğu ezip geçiyor.

Gelelim bu çocuk intiharının nereye yakın bir yerde olduğuna. Güney Kore’nin oldukça geri kalmış bir bölgesinde. Burada yoksul sağır ve dilsiz çocuklar için yatılı bir karma okul var. Okulu, devletten gelen parayla ikiz iki erkek kardeş yönetiyor. İşte intihar eden çocuk bu okulda öğrenci. Kendisinden bir yaş küçük kardeşi de o okulda öğrenci.

Film konuya uygun olarak siyah beyaz çekilmiş ve sürekli bir karanlık var. İşte bu okula yeni bir erkek öğretmen atanıyor. Gelir gelmez de bu olayın içine düşüyor. Öğretmen çalışkan, çocuklarla ilgili, idealist bir öğretmen. İntihar eden çocuğun neden intihar ettiğini sorgulamaya başlıyor. Ne yazık ki öğretmenin sorduğu sorulara çocuklar başlarını öne eğip hiçbir yanıt vermiyorlar. Korku içindeler. Öğretmen iki okul yöneticisinden de hiçbir şey öğrenemiyor. Bunun üstüne öğretmen bir gece vakti yatılı okula gizlice girip az ışıklı koridorlarda dolaşmaya başlıyor. Ve birden okul hademesinin sekiz yaşlarındaki bir kız öğrencinin kolundan tutup sürüklediğini görüyor. Öğretmen hademeyle kız çocuğunun karşısına geçip hademeye, “Onu nereye götürüyorsun?” diye soruyor, öğretmeni gören kız öğrenci de bir an şaşıran hademenin kolunu ısırıp öğretmene doğru koşuyor ve ayaklarına sımsıkı sarılıp ağlamaya başlıyor. Bu arada hademe kaçıyor.

Öğretmen çocuğu bir odaya alıyor ve konuşmaya çalışıyor, kız çocuğu sürekli ağlıyor ve başını kaldırmayarak işaret diliyle yöneticilerden birinin ona sürekli tecavüz ettiğini anlatıyor.

Ertesi sabah öğretmen polise gidip durumu anlatıyor. Polis memuru öğretmene gülerek olayı büyütmemesini, o okuldaki çocukların sürekli yalan söylediklerini belirterek hiçbir soruşturma açılmayacağını açık açık söylüyor. Öğretmen dışarı çıkarken genç bir kadın polis, neredeyse ağlamak üzere olan öğretmene durumunu soruyor. Öğretmen anlatıyor.

Polis kadın şefine gidiyor, her şeyi anlatıyor. Şef, “Tanık bulsunlar” diyor ve bir yere telefon ediyor. Telefon ettiği kişi okul yöneticilerden biri. Ve sonra polis şefini, okulun müdür odasında müdürden zarf içinde para alırken görüyoruz.

Öğretmen ve kadın polis memuru epey uğraşarak okulun yöneticileri için dava açıyorlar. Davada intihar eden çocuğun kardeşi ve öğretmenine sığınan kız öğrenci tanık. Dava devam ediyor, çocuklar işaret diliyle tanıklık ediyorlar. Ağabeyi intihar eden çocuk, gönüllü olarak tanıklık yapıyor. Ağabeyine yapılanları gizlice izlediğini, okul hademesinin kardeşine tecavüz ettiğini söylüyor ve anlattıklarından sonra ansızın bayılıyor.

Küçük kızın tanıklık bölümünde tecavüzünü perdede adım adım izliyoruz. Görüntüler öyle etkili öyle can acıtıcı ki ben yerimde duramayıp bağırdığımı, imdat istediğimi anımsıyorum: Tanıklıklara rağmen hâkim soruşturmayı gereksiz buluyor çünkü altı ay içinde terfi edecek, kendini riske atmıyor ve bir hediye paketini kapısının önünde buluyor.

Bir kez daha filmin başına dönüyoruz, bu kez intihar eden çocuğun kardeşi tren yolunda ilerliyor. Üstü başı kan içinde çünkü az önce ağabeyine tecavüz eden hademeyi öldürdü. Yürüyor, trenin ışığı bir an onu aydınlatıyor ve sonra karanlık.

Filmin son sahnesinde sağır ve dilsiz çocuklar ellerinde intihar eden iki çocuğun resimleriyle yürüyorlar ve polis onlara gaddarca vurmaya başlıyor. Son karede öğretmenin çocukların adlarını umutsuzca haykırdığını görüyoruz.

Sevgili dostlarım bizim ülkemizde böyle bir film asla çekilmez. Neden çekilsin ki çünkü biz çocuklarımızı çok iyi koruruz. Bizim ülkemizde rüşvet alan polis, hediye alan hâkim yoktur, böyle kötülüklerin yapıldığı okulları da haşa kırk yıl arasak bulamayız.

Ayrıca Türk ailesi kutsaldır.

Bizde sadece yüksek düzeydekiler, “Bir defadan bir şey olmaz” derler ve hâkimler, “Çocuğun rızası varmış” diye tecavüzcüyü serbest bırakırlar. Ayrıca Türk polisi çok iyi çalışır. Cesetleri anında bulurlar. Üstelik şu DNA mucizesinin var olduğu dünyamızda ceset bulmanın binbir yolu vardır. Bir de bulut mu ne varmış, silinen telefon konuşmalarını geri çağırıyormuş. Biz bunu neden kullanalım ki? Biz cep telefonlarımızda asla gizli saklı bir şey konuşmayız!

Ne olmuş yani günlerdir 110 haneli bir köyde ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanında gibi yaşıyorsak.

Romanda cinayeti herkes biliyordur ve kimse konuşmaz!

Kaynak bağlantısı