“Elalem ne der?”lerle, “Şimdi sırası mı?”larla, “Ne gereği vardı?”larla örülü bir kültürel iklim.

Bu iklimde potansiyeli boşa harcanmış nice yaşam yitip gidiyor mutsuzluk içinde. Bu mutsuzluk anne-babadan çocuğa, toruna aktarılıyor.

Yapabilecekken yapamıyormuş duygusu insanın önüne çıkarılan nice kültürel, bürokratik engellerle örülüyor.

Olanla yetinmek ve kanaat etmek dürtüsü hep baskın geliyor. Fazlasını istemek bir utanç nedeni. Burası gölgesinden korkan ülke!

Başarabileceklerinden, başardıklarının getireceklerinden korkan ülke. Onun yerine geçmişine tutunmuş, geçmişin nostaljisi ile kendini ifade etmeye alışmış belki de alıştırılmış.

Bazen hepimiz soruyoruz: Başımıza bu kadar fazla olay neden geliyor diye. Açığa çıkaramadığınız potansiyelimizin bir çeşit dışavurumu olabilir mi tüm gündemimiz?

Kişinin gölgesi korktuğu yönünü simgeler. Pek kimseler bu yönüyle yüzleşmek istemez çünkü bunların genelde baskıladığımız kötü özelliklerimiz olduğu söylenir.

Belki de gerçekleştiremediğimiz potansiyelimizi taşır gölgemiz, kimisi onun altında ezilir.

Ülkelerin gölgeleri yok mudur? Gölgesinden korkan ülkenin baskıladığı yok saydığı şeyler olumsuzluklar mıdır hep? Yoksa asıl yapması gerekenleri, amacını mı hasıraltı etmiştir bu ülke?

Oysa gölgesiz insanlar da vardır belki toplumlar da. Kimi zaman kuş kadar hafif kimi zaman gölgesizliğin ağırlığıyla baş başa kalmış…

Ne yaşamışlar ve gölgelerini unutmuşlar? Yanıt olarak savaşlardan, anlaşmalardan, yozlaşmalardan söz edebiliriz belki. Gölgelerini geri getirir mi? Kim bilir?

Gölgeyle yüzleşmek zordur, insanı en derin korkularına götürür. En erken travmalarını hatırlatır en güvendiğine kuşku ile bakmayı en büyük düşmanla empati kurmayı öğretir.

Bir düşünün, bizim ülkemiz bunları yapmaya hazır mı?

Kaynak bağlantısı