Lütfen kendinizi 40-45 yaşlarında, ülkesini seven, normal bir işi ve 8 ile 12 yaşında iki çocuğu olan bir vatandaşımızın yerine koyun ve son iki haftada neler hissettiğini bir düşünün. Bu vatandaşımızın adı diyelim, “Serkan Vefa Damar” olsun…

Kadın cinayetlerinin, maganda saldırılarının, hayvanlara yapılan işkencelerin, katliamların giderek artan bir kanamalı yaraya dönüştüğü ülkemizde, bir de üstüne hukuk önünde faillerin çok kısa bir süre sonra salıverilmeleri, katıksız bir hümanist ve hayvansever olan Serkan’a rahatsız ötesi durumlar yaşatıyor. Bütün bunlara bir de artık hepimizin küçük kızı haline gelen Narin eklendi. Ölü bedeninin bulunmasının üstünden 10 gün geçti. O köyün alçak sessizliği hepimizin kanını donduruyor. Küçücük bir kız çocuğuna karşı örgütlenen bir aile, bir mahalle, bir köy… Feodal bir amca, muhtar, aile reisi, belki anne belki yenge belki kardeş, ne derseniz deyin halkın gözünde sonsuza dek affedilmeyecek, insan müsveddesi olarak bile kabul edilemeyecek artıklardan söz ediyoruz. Olay hakkında dinlediğimiz her detay, ruhumuzu daha çok yok ediyor. Her gün iş yerinde veya evinde itirafları, bulguları, tahminleri takip eden Serkan da aynı durumda… “Benzer yaşlarda olan kızım bu olaylardan nasıl etkilenecek?” sorusunu kendine yönelttikçe, içi kararıyor.

Sonra akşamları, Serkan bu sefer günlerdir üst üste dinlediği sinir bozucu siyasi haberlerin bir türlü değişip çözülemediğini görüp daha da kahroluyor. Ekrandan dökülen her haber her söz ayrı ayrı Serkan’ı deli edecek cinsten! Cumhuriyet’in ordusunda Genelkurmay Başkanlığı yapmış Hulusi Akar isimli zat, “Eğitimin amacı bir Allah korkusu, iki kuldan utanmaktır” diyebilecek kadar geçmişini, sıfatlarını ve hatta sade Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliğini unutabiliyor. Atatürk’e ve onun mirası olan değerlere karşı tartışmasız sunması gereken saygıyı birilerine yaranmak için gözden çıkarma cüretini gösterebilmiş! Kulaklarına inanamayan Serkan, bir sonraki haberde de Altılı Masa’ya karşı elini güçlendirmek isteyen Tayyip Erdoğan’ın kendi ittifakına çekmeye kendini mecbur hissedip Cumhur İttifakı’na aldığı HÜDA-PAR liderinin küstahça “Ahmağa anlatır gibi tek tek söyledim, buna rağmen anlamamakta ısrar ediyorlar (…) Anayasa’da değiştirilemez dediğiniz maddeler olmaması demek, bütün o değiştirilemez dediğiniz maddelerin hepsini değiştirelim anlamında değildir. Anayasa’nın 4’üncü maddesine karşıyız, tamam mı? Anladınız mı? 4’üncü madde olmasın. 4’üncü madde gelecek nesillerin iradesine ipotek koymaktır. Bir daha söylüyorum, altını çizerek söylüyorum.” sözlerinin odasında yankılandığına şahit oluyor… Bir yandan Özgür Özel, Devlet Bahçeli’nin yaşadığı çelişkileri onun gözüne sokuyor: “Seçim zamanı susturdular, dört vekil al otur aşağı dediler, milliyetçi muhafazakâr diyenler… Bahçeli’yi soruyorum; sen bu HÜDA-PAR’a ne diyorsun? Kimler kimlerle beraber?” Bu arada CHP’nin tepkilerini susturmak için hemen DEM Partisi’nin yaşattığı benzer açmazlar öne sürülüyor. Serkan bir yandan “Burası hâlâ Türkiye mi, bunlara dur diyen bir Cumhuriyet Başsavcısı veya Anayasa Mahkemesi çıkmayacak mı? Cumhuriyetimizi sorgulamak, aşağılamaya çalışmak, bu kadar kolay mı? Bu rezaletler daha nerelere kadar bize zaman ve huzur kaybettirecek” diye kendi kendine soruyor, diğer yandan da böyle bir zaman diliminde neredeyse tüm yetişkinlik yıllarını geçirmeye mahkum kalmış olmasına lanet ediyor…

Serkan aile geçindirmeye mecbur olduğu için, dedikodulardan ve ihbarlardan uzak yalnız işini yapıp eve para getirmek istiyor. Bu nedenle hiçbir partiye üye değil. Ama ana muhalefet partisinin hamlelerine karşı bir umut besliyor. Umut, fakirin ekmeği! Siyasetin artık kendisine, çekirdek ailesine, bütün akrabalarına, komşularına, tüm Türkiye’ye yeni kapılar açmasını istiyor. Eve et alırken depresyona girmeyeceği, çocuklarının okul masraflarından korkmayacağı, onlara veya yeğenlerine bayramlarda hediye alamama utancını bir daha yaşamayacağı, kendisinden daha kötü durumda olup aç gezen milyonların yarattığı kolektif suçluluk duygusunun yaşanmayacağı bir ülke talep ediyor!  Bazen “Acaba çok şey mi istiyorum, yoksa çok mu safım?” diye tavana bakarak uyurken rüyalar ve kabuslar arası düşünceler karışıyor kafasına…

Ertesi gün haberlerde bu sefer CHP’de olan biteni izliyor. Ne işe yaradığını tam anlamadığı ve takip edemediği “Değişim Kurultayı”nın ardından medyaya yansıyan görüntüler, yorumlar ve dedikodular, Genel Başkan Özgür Özel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve eski Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun her birinin farklı hamleler peşinde olduğu bir satranç oynamakta olduklarını gösteriyorlar. Vatandaşımız Serkan, “Kim konuştu, kim konuşmadı, kime önce söylendi, kime sonra söylendi, Kılıçdaroğlu neden gelmedi, Özel neden omuzunu Yavaş’a yasladı”, bütün bunları biliyor, anlamaya çalışıyor ama çözemiyor. Onun yaşadığı tek somut şey, havada dolaşan bulutlar. Çünkü belediye seçimlerinin ardından, genel seçimlerde de CHP kazanırsa, yaşanabilecek değişim rüzgârının heyecanı ve umutlarının üzerinde, bu açık veya kapalı tartışmalar nedeniyle irili ufaklı bulutlar geziyor. “Ya bunlar hiç düşünmüyor mu bizim tutunduğumuz incecik dalları bu şekilde kırdıklarını, yaşama olan bağlarımızı sarstıklarını?” diye içinden söylenmekten başka bir şey yapamıyor…

Evet, ekonomi ve enflasyon, açlık, çaresizlik, tarikatlara teslim edilmek istenen eğitim, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en genç üyelerine uygulanan baskılar, bütün bunlar en hızlı şekilde bir erken seçim çağrısına dönüşürken, 2025’te yapılabilecek bir seçime Erdoğan’ın da katılacak olmasına nasıl bakması gerektiğini kestiremiyor Serkan… Öyle bir durum ki, mesela o karar kendisine bırakılsa, o gece basıp kaçar gider!

Akşam yemeğine Serkanlara kayınbiraderi ve onun ailesi geliyor. Tatlıcının önünden geçiyor, uçan fiyatlar ancak 300 gr tadımlık baklava almasına izin veriyor. Eşi karnıyarık ve pilav yaparak durumu kurtarmışken manavdan yarım kilo da üzüm almayı başarıyor. Ve açık olan haber kanallarından aynı uğursuz sesler yankılanıyor “R.A. ve amca arasında konuşma geçmiş, ‘(Narin) tamam, henüz bende değil/daha henüz ölmemiş’ şeklinde…” Lanetler okuyarak evine yürümeye devam ediyor Serkan…

Narin’i kaybettik. Anlıyoruz ki, insanlığımızı kaybettik. Yörüngemizi kaybettik. En değer verdiğimiz kurumlara olan güvenimizi kaybettik. Geleceğimizi toptan kaybetmemek için uğraşırken halkımız, yani milyonlarca Serkan Vefa Damar, Ayşe Ünlü, Tevfik Düzgün, Atanas Panayotidi, Saliha Yalçın… Cumhuriyet Halk Partisi’nin zirvesinde gördüğü değerli siyasetçilerden tek şey rica ediyorlar: Lütfen her gün her saniye her hareketinizin ve mimiğinizin sizden umut beslemek isteyen milyonlar tarafından takip edildiğini unutmayın ve Mustafa Kemal’in halkını, size verilebilecek her sıfattan daha çok sevin!

Kaynak bağlantısı