Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fatma Ayanoğlu ile hukukumuz, Türkiye Futbol Federasyonu’ndaki (TFF) görevi üzerine yaptığımız röportaj ile başlamıştı. Kendisi Harward Business School’da post doc. çalışmaları yapmış bir akademisyen… Ekonomik ve Sosyal Alanda Kadın Araştırmaları Merkezi (ESKAR) Müdürü, TABA Yüksek istişare kurulu üyesi, TFF’de farklı kurullarda görevlerde bulunmuş, Türkiye Milli Paralimpik Komitesi Eğitim Komisyonu Başkanı… Her şeyden önemlisi 19 ve 11 yaşında iki çocuk annesi… Bu sefer engelli aileler için elini taşın altına koyan biri vardı karşımda… Geçtiğimiz aylarda röportaj yaptığım, Manş’ı geçen ilk otizmli yüzücü olmak için çalışmalarını sürdüren Tuna Tunca’yı ile konuştuk Fatma Hocamla… Bana hemen Tuna’nın annesiyle ilgili sorular yöneltti. Çalışıyor muydu, Tuna’nın suyla arası nasıldı? Derken dilinin altındaki baklayı çıkardı. Marmara Üniversitesi çatısı altında yapılan çalıştaylarda engellilerin ailesi özellikle anneler için önemli bir çalışma yapılıyordu. Adı bile iyi geldi bana: Nefes Hakkı…

İzmir’de yaşayan otizmli ultra maraton yüzücüsü Tuna Tunca (21), İngiltere’yle Fransa arasındaki Manş Denizi’ni geçmek için hazırlanıyor.

Aynı zamanda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Vedat Işıkhan’ın danışmanlığı görevini yürüten Fatma Hocamızın söyledikleri özellikle engelli aileler için umut vericiydi. Söz hocamda… “Marmara Üniversitesi Ekonomik ve Sosyal Alanda Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin altı yıldır müdürüyüm. Türkiye’nin ilk kurulan kadın araştırma merkezi. 32 yıllık bir kurum. Göreve geldikten sonra özellikle istihdam konusunda engelli kadınlar, engelli çocuğu olan annelerle ilgili çok geniş kapsamlı ulusal ve uluslararası çalışmalar yaptık. Engelli Kadınların Sosyal Hayata Katılımı ve İstihdamı Çalıştayı’nı düzenledik. Türkiye’deki konuyla ilgilenen tüm tarafları topladık. Şu anki YÖK Başkanımız Erol Özvar Hoca, o dönemki rektörümüz bu çalıştayda Bilim Kurulu Başkanıydı. Sivil Toplum Kuruluşları vardı. Otizm Vakfı vardı, down sendromu derneklerimiz vardı, paralimpik sporcularımız vardı, ebeveynler vardı. Geniş kapsamlıydı yani. Aile Bakanlığı vardı, çünkü aileden bahsediyoruz, Çalışma Bakanlığı vardı çünkü iş koşulları konuşulacak, SGK önemli istihdam söz konusu, üniversitelerimiz vazgeçilmez çünkü bizim öğrencilerimiz, yeni nesil, Z kuşağı farkındalık oluşturacak. İşte size bahsettiğim Nefes Hakkı, bu çalıştayların sonucunda çıkan bir sonuç.

NEFES HAKKI NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Engellileri konuşuyoruz, daha da çok çalışmalıyız onlar için peki ya ebeveynleri? Onların yavaş yavaş toplumdan koptuğunu görüyoruz. Çünkü engelli çocuğuna bakmak için işe gitmiyor, gidemiyor. Bir yerden sonra artık kendine de vakit ayıramıyor. İşte ‘Nefes Hakkı’ dediğimiz bir şey ortaya çıkıyor. Mesela günde bir saat olabilir, haftada 4-5 saat olabilir, bu detaylıca planlanır. Ama engelli çocuğu olan, çalışan ebeveynler için böyle bir düzenleme şart. Şirketlerin içerisinde de olmalı. Yeni doğum yapan anneler hakkında izinlerle ilgili çok güzel düzenlemeler geldi. Babaya da artık izin var. Nasıl doğum izninin yasal süreleri varsa engelli kişilere bakanlar için bir ‘Nefes Hakkı’ olması gerekiyor. O kişilere de bir alan açmamız gerekiyor. Bir laf vardır ya ‘Hastaya bakan da hastalanıyor’ diye. Hakikaten refakatçi olmak çok zor bir şey. Özet olarak ‘Nefes Hakkı’na engelli ya da hasta bireye bakanın da ihtiyacı oluyor. Sağlam olan da hastalanıyor. Belli bir süre sora bu tip insanlarda panik atak da başlıyor. Sağlamın da desteğe ihtiyacı var.

ANNE BABA YAŞLANIYOR

Bizler hep konuşuyoruz; engelli istihdamı, engelliler için kaldırımların düzenlenmesi ama olay bunun çok ötesinde. Biz zannediyoruz ki o rampa olduğu zaman biz görevimizi yaptık. Oysa bu ömür boyu devam edecek bir süreç. Bunun ev içi var, ev dışı var, akran zorbalığı var, okuldaki durumu var, çocuğun ulaşım problemi var. Engellinin yaşı büyüdükçe ebeveyn yaşlanıyor. Burada bir destek bir müdahale olması gerekiyor. Bizim amacımız hangi engelli türü olursa olsun istihdama katılmaları. Çünkü istihdama katılan engelli birey bir şekilde kendini psikolojik olarak da iyi hissediyor, parasını kazanıyor. Öbür türlü kendini atıl ve psikolojik olarak ‘Ben zaten engelliyim, kendime de faydam yok, başkasına da faydam yok, insanlara yük oluyorum’ düşünüyorlar. Bu çok zor bir şey. Burada yine aynı şekilde psikolojik destek şart. Düşünsene bir anne, çocuğu engelli diye komşuya bile gidemiyor.

TÜRKİYE’NİN ENGELLİ HARİTASI ÇIKARILMALI

Gerçekten çok acıklı hikayelerle karşılaştım. Ve o bir şey yapamıyorsunuz. Gücünüz de yetmiyor zaten. İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi engelli insanların engeli çeşit çeşit. Görme engelliye depremde ışık tuttuğunuzda o on görmez. İşitme engelliye istediğiniz kadar seslenin, sizi duymaz. Dolayısıyla Türkiye’de engelli haritası çıkarılarak hangi evde nasıl bir engelli yaşıyor, tespit edilmeli. Bu zor bir şey değil. Nüfus sisteminde hepimiz kayıtlıyız. Bir olay veya bir kaza olduğu zaman en azından ‘Burada böyle bir aile var’ diyebiliriz. Yardımı da ona göre yaparız. Bu üzerinde hiç durulmayan bir nokta.

MARAŞ’TAKİ DEPREMDE ENGELLİ VE ANNESİ EVDEN ÇIKAMAMIŞTI

Bir anne ve down sendromlu çocuğunun depremde yaşadıkları bizi harekete geçirdi. Deprem oluyor, zannediyorum Maraş’tı. Binadaki bütün insanlar kaçmış, dışarı çıkabilmiş. Down sendromlu çocuk korktuğu için bağırmaya başlıyor. Çocuk çok kilolu ve anne onun yanında ufacık kalıyor. Annesi onu evden çıkaramıyor. Elektrikler kesiliyor. Bunlar iki gün yıkık dökük harabe binada kurtarılmayı bekliyor. Çocuğu sakinleştirmeye çalışıyor ve birilerinin gelip yardım etmesini bekliyor. Birde kız kardeşi var ama o normal. Herkes kaçıyor ama çocuk engelli diye onlar kaçamıyorlar. Birileri yardıma gelip bunları çıkarıyorlar. Depremde duymayan, görmeyen, hareket edemeyen engelli bireylere nasıl yardımcı olabiliriz? Mesela çadır kentlerde yaşanan bir soru… Down sendomlu çocuklar sese çok hassaslar. Ses olduğu zaman çocuk bağırmaya başlıyor. Bağırdığı zaman diğer çadırlardaki insanlar rahatsız oluyor, anne orada da kendisini kötü hissediyor. Bu tip ailelerde nedense çocuğu down sendromlu ya da otizmliyse yüzde seksen beş baba kaçıyor! Erkekler bu yükü kaldıramıyor, anne ise göçük altında bile olsa evladından vazgeçmiyor.

ŞİRKETLER ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMALI

Engelli çocukların ebeveynlerine belli bir takım destek gerekiyor. Özel şirketler de sorumluluk alacak. Mesela şirket seni işe alırken engelli çocuğunun olup olmadığını soracak. Evet yüzde üç engelli çalıştırma zorunluluğu var ama buna bile zorunlulukmuş gibi bakılıyor. Engelli bireylerin bağlı bulunduğu STK’ların artırılması gerek ve bunları işverenlerle bir şekilde bir araya getirilmesi şart. İşveren engelli bulamadığını söylüyor çünkü o hangi engelli platformundan iş arayacağını bilmiyor. Ama bir STK’ya bağlı olduğu zaman oradan haber alıyor, STK onu yönlendiriyor. Engellilerin kendini sömürmeyecek bir şeye bağlı olması.

ANNE BABASI ÖLÜNCE NE OLACAK?

Engelli büyüyor ama anne baba yaşlanıyor. Bir de bunun sonu var. Anne baba ölüyor, evlat ne olacak? Türkiye’de böyle bir çalışma var mı? Dolayısıyla hepimizin gözünün önünde olan ama farkına varmadığımız çok basit şeyleri atlayabiliyoruz. Konuştukça karşımıza çıkıyor. Bunların üzerine etraflıca çalışılması gerekiyor. Biz akademik çalışma yapacağımız zaman sadece çalışmayı inceliyoruz ama hayır oralara tarafların hepsini dahil etmek lazım. Engelli bireye de sormamız gerekiyor. Onu da davet etmemiz şart.

SU SPORLARI, ONLAR İÇİN ÇOK ÖNEMLİ

Engelli bireyler için spor çok önemli, bunu her yerde gördüm. Sporun insan psikolojisi üzerinde muazzam birleştirici bir gücü var. Özellikle su sporları onlar için hayati derecede önemli. Suda diğer yüzücüler ile şartlar eşitleniyor. Kazandıkları uluslararası sayısız başarı ile Sümeyye Boyacı ve Beytullah Eroğlu bunun en güzel örnekleri. Ayrıca sporun engelliler için sosyelleştiren bir yönü de mevcut. Paralimpik sporcularla ilgili düzenlediğimiz ‘Sporuma Engel Yok’ etkinliğine katılan Beytullah Eroğlu, ‘Utangaçtım, kollarımı gizliyordum’ dedi. Yüzmeye başlayıp başarılar elde edince o utangaçlık yerini gurura bırakıyor. Ailenin de kendine güveni geliyor. Engelli olmayan bireylerin engelliler üzerinde algısal düşünceleri var. Engellilere ya acıyarak ya da ters ters bakıyorlar. Bunun değişmesi lazım. İkincisi engelli bireylerin kendini eve kapatması sorunu var. Orada nice beyinler var. Bir de sonradan kaza sonucu engeli olanlar var. Şimdi artık uzaktan iş yapma yöntemleri değişti. Dijitalleşme diye bir şey var.

Kaynak bağlantısı