Dün, Temmuz ayı ihracat/ithalat rakamları açıklandı.

Buna göre, Temmuz ayında ihracat, bir önceki yılın aynı ayına göre %13,8 oranında artarak 22,5 milyar dolar olarak gerçekleşti.

İthalat ise, %7,8 oranında azalarak 29 milyar 805 milyon dolar oldu.

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fatih Kacır’ın açıklamasına göre, ihracatın ithalatı karşılama oranı geçen yıl Temmuz ayında %61,2 iken, bu yılın Temmuz ayında bu oran %75,5’e yükseldi.

Yılın ilk 7 aylık döneminde de, ihracat %4,1 artarken, ithalat %8,3 azaldı.

Bu rakamlar, şöyle bir tabloya da işaret ediyor:

İhracatçıları temsil eden isimlerin yaptığı açıklamaların aksine, dolar kurundaki ılımlı seyir, toplam ihracat performansını olumsuz yönde etkilememiş.

Mesela TİM Başkanı Mustafa Gültepe 6 Ağustos’ta Kayseri’de yaptığı açıklamada, “Yandık, bittik, kül olduk” havasında bir beyanda bulunmuştu.

“Şu anda sanayici, ihracatçı buzdağının altında. O buzdağının üstüne çıkmak lazım.” Diyen Gültepe, sözlerinin devamında talimat verir gibi, dolar kurunun artırılmasını istemişti.

Şu ifadeleri kullanarak:

“Türkiye’de şu anda en ucuz şey döviz. Karpuzdan da ucuz. (Dolar) 33 (lira) ila 37 (lira) arasında bir fark yok. Yap 37 (lira).”

KUR ARTIŞARI ENFLASYONU DOĞRUDAN TETİKLİYOR.

Doların birden bire 33 liradan 37 liraya çıkması arasında Gültepe’nin iddia ettiği gibi bir fark yok değil, var.

Kurdaki artışların enflasyona doğrudan etki ettiğini, 2021’den bu yana iki tur enflasyonist ortama girerek yaşadık.

Mevcut dezenflasyonist sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesinin yolu da, kur ataklarının yeniden yaşanmamasından, doların ılımlı seyretmeye devam etmesinden geçiyor.

TİM Başkanı Gültepe “Sanayiciler batıyor” temalı açıklamalarından birinde de, “Türkiye’de bu kur politikası değişmediği sürece sanayiciliğin ayakta kalma şansı yok. İnsanlar Mısır’a gittiler. Müşterileri de oraya yönlendiriyor. Herkes küçülüyor. Yazık değil mi bu sanayiye?” demişti.

Devamında da, işi daha da abartıp, “Nefes problemi var” diyerek “Umuyorum ki daha iyi olur. Geleceğe umutla bakmak istiyorum ama bu para politikası bu şekilde gittiği sürece çok daha zorlanacağımızı ve zorlu olacağını söyleyebilirim. Bunun bir yerde bir şey olması lazım. İnsanlar ve firmalar nefes alamıyor. Nefes problemi var. Firmaların nefes problemi var, nefes alamıyor. Krediyle ilgili değil. İşletme çalışamıyor.” İfadelerini kullanmıştı.

Bu sözlere baktığınızda, Türkiye’de sanayii son nefesini vermek üzere gibisinden bir duyguya kapılmamanız elde değil.

Peki o halde sormak gerekiyor?

İhracatın ana lokomotifi olan sanayii batıyorsa, firmalar nefes alamayacak hale gelmişse, ihracat rakamları nasıl oluyor da yükselmeye, rekorlar kırmaya devam ediyor?

HALKIN MENFAATİ İÇİN ENFLASYONUN DÜŞMESİ, ENFLASYONUN DÜŞMESİ İÇİN DE DOLARIN ILIMLI SEYRİNİ SÜRDÜRMESİ GEREKİYOR

Tekstil gibi emek yoğun işlerde kurun ılımlı seyretmesinin evet negatif yönde bir etkisi olduğu doğrudur.

İşgücü maliyetlerinde Türkiye’yi Bangladeş’le, Mısır’la, Kamboçya ile aynı kategoride görürseniz “Batıyoruz” demeniz anlaşılabilir.

Ancak her durumda 90 milyonluk Türkiye’nin ortak menfaati, enflasyonun düşmesinden geçiyorsa, ekonomi yönetiminin buna odaklanmasından daha doğal bir şey olamaz.

O nedenle ihracatçıların ‘grup çıkarını’ gözeten ve genel çıkarı göz ardı eden yaklaşımına karşı mevcut ekonomi yönetimini ve Merkez Bankası’nı desteklemek lazım.

Kaldı ki, doların yerinde saydığı dönemlerde ihracatın düzenli bir şekilde arttığına dair yine yakın dönem örneklerimiz de mevcut.

Ocak ayında yine ihracatçıların ‘kur serzenişi’ gündeme gelince Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu tezi ihracatın ana belirleyicisi kur değil, dış talep diyerek rakamlar üzerinden çürütmüştü:

İHRACAT PERFORMANSINI KUR DEĞİL, TALEP BELİRLİYOR

“İhracatın ana belirleyicisi yurt dışı talep olup kurun önemli bir etkisi yoktur. 2003-13 döneminde nominal sepet kur yıllık ortalama yüzde 3,3; reel ihracatımız yüzde 7,1 artmıştır. 2018-23 döneminde ise kur yüzde 36,4 artarken, ihracatımız sadece yüzde 5 artmıştır. Dünya ticaretinden daha çok pay almak ve kazanımlarımızı kalıcı hale getirmek ancak verimlilik artışı, inovasyon, yüksek katma değer ve markalaşma ile mümkündür. İhracatçımızı çok güçlü bir şekilde destekliyoruz, desteklemeye de devam edeceğiz”

2002’de yıllık 36 milyar seviyelerinde ihracat yapan Türkiye, 10 yıl sonra hemen hemen aynı kur oranı ile ihracat kapasitesini 100 milyar dolara yükseltmişti.

Bunu nereye koyalım?

Şöyle bir bilgi daha vermek isterim.

Kredi musluklarının kısıldığı bir ortamda, büyüme performansı ihracat üzerinden devam etsin diye, ihracatçılara güçlü destekler verildi, veriliyor.

Ancak 31 Mart seçimleri öncesi, “Seçimden sonra dolar 40 lira olacak” şeklinde spekülasyonlar yapılmış ve o dönemde dolar fırlasın diye hükümetin verdiği krediyi alıp hızlıca dolara çeviren fırsatçı ihracatçılar olmuştu.

O furya tutmadı, dolar seçimden sonra 40 liraya yükselmedi, hala da yükselmiş değil ama seçimden önce dolar uçacak diye buna inanarak döviz bürolarının önünde kuyruk olanlar, o yaptıklarına bin pişman oldular.

Son olarak yüksek kur üzerinden kolayca yüksek kazanç elde ederek Türkiye’nin enflasyonist ortamdan kurtulmasını hiçe sayanlara büyük düşünür Yusuf Has Hacib’in bir sözüyle seslenelim:

“Kendi menfaatini düşünme, milletinin menfaatini düşün. Milletinin menfaati içinde senin de menfaatin vardır.”

Kaynak bağlantısı