Paris Olimpiyat Oyunları, batı dünyasıyla ilişkimizin itinayla
kopartılmaya çalışıldığı bir dönemde evlerimize (!) konuk
oldu. Belki biz de, hem de dünyayla sanal olarak birleşebilmek hem
de kaotik ülke gündeminden bir süreliğine bile olsa ayrılabilmek
için oyunlara odaklandık. Popüler kültürün egemen olduğu her
toplum gibi olimpiyatı, açılış töreni üstünden masaya
yatırdık. Oysa olimpiyat yalnızca açılış ve kapanıştan
ibaret değildi.

Olimpiyat düşüncesinin babası
Pierre de CoubertinDominikli bir papazdan aparttığı
Daha Hızlı, Daha Yüksek, Daha Güçlü yani daha hızlı, daha
yüksek, daha güçlü sloganıyla yola koyulmuştu. Bu slogana 2021
yılında 'birlikte' yani ‘birlikte’ eklendi.
Sanayi devriminin dünyayı değiştirmekte olduğu 1900’lü
yılların hemen başında olimpiyatlar başı sonu çok da belli
olmayan panayırlara, fuarlara dönüşmüştü. Olimpiyatların
yalnızca ‘gelişmiş’ ülkelerde düzenlenmesiyle,
çıkabilecek olası arızalar önlenmiş, Coubertin’in sportif
ilkelerine sadık kalınmıştı.

Oyunlara destek veren uluslararası
markaların pazar payları düşünülerek, 1968 Meksika ‘gelişmekte
olan ülkelerde’
düzenlenen ilk olimpiyat oldu. Arkasından
aralıklarla Seul, Pekin ve Rio geldi. Araya yalnızca, oyunların
köken aldığı ve yüzüncü yılının kutlanacağı 2004 Atina
girdi. Atina oyunlarının denetimi de zaten yüzde yüz ABD’ye
aitti. Oyunları kayda alma ve yayın haklarının neredeyse tamamını
elinde bulunduran Amerika Birleşik Devletleri’nin olimpiyatları,
yeniden şekillendirme isteği 2008 Pekin’de açıkça
görülmekteydi. Hem yeni eklenen sporlar hem de düzenlenme şekliyle
oyunlar artık benim için, 'Kısa, Oyun, İsyan'
yani, ‘daha kısa, daha eğlenceli ve daha heyecanlı’ bir
formata dönüşüyordu…

Gelelim bu yılın açılış
törenine; oyunların resmî yayıncılarından olan NBC rakamlarına
göre 100 ayrı kameradan yapılan çekimler 2012 Londra’nın 12
milyon altında kalsa da, 28,6 milyon haneye ulaşmıştı.
Sayılardan ve içerikten bağımsız olarak değerlendirildiğinde
böylesine açık ve farklı alanlarda, hem de aralıksız yağan
yağmura karşı çok başarılı bir yayın gerçekleştirilmişti.
Fransa 2024’ün açılış töreni belki en iyisi değildi ama
şimdiye kadar olanların en özgünüydü. Bu özgünlük, yarışma
alanlarının şehrin merkezine yerleştirilmesiyle sürecekti.

Olimpiyatı yerinde izleyenler
ekrana asla yansımayan büyük güvenlik önlemlerine şahit
oldular. Taşıt trafiğinden arındırılıp, bariyerlerle yaya
geçişlerinin bile sınırlandırıldığı, olimpik personel
araçlarına özel şeritlerin ayrıldığı şehir merkezinde eli
silahlı güvenlik güçleri görülmekteydi. Karşılaşmaların
yapıldığı, performansların gerçekleştirildiği alanlara
girişlerdeki güvenlik, düzen ve ciddiyet inanılmaz düzeydeydi.
40 bin sayısıyla anılan gönüllülerin kendi inisiyatiflerini
kullanmadığı, görünmez bir koordinatör tarafından yönetildiği
anlaşılıyordu. Kağıt bilet, dolayısıyla karaborsanın olmaması
da bir başka farklılıktı!

İlk kez, hele bugünkü Türkiye’den
gidenler kendilerini çok ‘dünyalı’ hissetmiş
olmalıydılar. Hem Paris şehir merkezini hem de tribünleri
dolduran rengarenk giysili, bayraklı halklarla aynı ortamı
paylaşmak onlara farklı bir ödül olmuştu. Sponsor markalarının
görünürlüğü en üst düzeyde sağlanmaktaydı. Yarışmaların
yapıldığı alanlardaki baskın rengin pembe ve mor türevleri
olduğunu, bunun da şehirdeki her türlü yönlendirmelerde
kullanıldığını fark etmişlerdi. Yarışmacının göğsündeki
isimlerden başlayarak, çeşitli yazışmalar ve şehir içi
işaretlerde kullanılan yazı karekterinin Art Deco olduğu, bunu da
zihinlere Paris 2024’ü yerleştirmek için kullanıldığını
anlayacaklardı.

Evlerinde televizyon başındakiler
için ise olimpiyatlar, dört yılda bir yinelenen, sporu
öğrenme/pekiştirme süreciydi. Ama artık oyunlar şekil
değiştiriyor, kaykay, tırmanma, üçlü basketbol gibi kolay
tüketilecek, daha çok beceriye dayanan, eğlence yönü ağır
basan sporlar programa ekleniyordu. Atletizm ve yüzme gibi ana
sporlarda ise cinsiyet eşitliği gözetmekten de öte, kadın ve
erkeği birlikte yarıştıran formatlar öne çıkmaya başlamıştı.
Geleceğe yönelik en büyük yenilik bu olmalıydı. Bir de, bu
olimpiyatlarda gündem olan trans sporcular konusu vardı. Onlar için
de ayrı bir sınıflandırma olabilir miydi?

Konuyu Paris’te açılan ‘İstanbul
Evi’
ne getirirsek; Çok iyi yaptılar. Bir şehrin tanıtımı
için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı… Gelgelelim, oyunların
uzunca bir süre daha gelişmekte olan ülkelere verilmesi kumarının
göze alınmayacağını zannediyorum. Her ne denli İstanbul
Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu
’nun kişiliğindeki
farklı bir Türkiye görünümü böyle bir tercih için umut
veriyorsa da, şimdiki rejim tarafından ülkeye verilen her türlü
tahribatın kısa sürede düzelmeyeceğini batılı bizden iyi
biliyor olmalı. Halkın spora olan ilgisinin (hele şimdiki Paris
izleyicisi ile karşılaştırıldığında!) düşük kalacağı ve
yüzlerce Euro tutarındaki bilet fiyatlarını karşılama konusu
başta olmak üzere İstanbul çok sayıda olumsuzluk içeriyor.

Yazıyı bitirirken bir başka
dertlenmeyi de yaşı artı 65 olanlar için yapalım: Önümüzdeki
yıllar içinde Avrupa saati ile izleyebileceğiniz ilk olimpiyat 12
yıl sonra olacak. Ona göre, kapanışı iyi yapınız…

Kaynak bağlantısı