Yaşamın anlamının ne olduğunu tartışmak, yaşamın bilinmeyenlerini bilmeye çalışmak…

Yaşamın dününden dersler çıkarmak, o derslerden süzdüklerimizi bugüne aktarmak…

Yaşamın gidişinin özlemlerimize, umutlarımıza, beklentilerimize uygun olması için neler yapabileceğimizi düşünmek, uygulamak, bu yoldaki çabalarımıza nelerin engel olduğunu kavrayıp bu engelleri ortadan kaldırmanın yöntemlerini araştırmak…

Önümüze çıkarılan engellerin neler olduğunu öğrendikten sonra, bunları ortadan kaldırmak için ürettiğimiz yöntemleri, yolları başka insanlarla, toplumlarla paylaşırken onların bulduklarını ve kurtulma yöntemlerini, yollarını da alabildiğine dağarcığımıza katmak…

Bunlar, insan olmanın sorumluluğu, bilinci, duyarlılığı, vicdanıdır.

‘ÇOK İNSAN’ OLMAK

İnsan olmanın yüklediği görevleri alıp almamak insanın kendi elindedir.

İnsan, bu görevi yüklenme konusundaki isteğini ve bu görevi yerine getirme konusundaki emeğini kendisi gibi düşünen insanlarla ne kadar bütünleştirirse, onlarla ne kadar çoğalıp güçlenirse o kadar “çok insan” olur, bunu yapamazsa da o kadar “insan”.

Bu görevin yeterince yerine getirilmediği toplumlarda, yaşamın yerini ölüm, insanın yerini de yine insanın yarattığı ama insanı köle edenler alır.

TARİHTEN BUGÜNE

Tarihin çeşitli dönemlerinde değişik güçler egemen olmuş insanlara: İmparatorlar, krallar, hükümdarlar, sultanlar, çarlar, şahlar…

Bunlarla olan savaş, aynı zamanda insan olabilme savaşıdır ve uygarlık da budur zaten.

İnsan soyu dününü doğru öğrenip doğru değerlendirirse, dün olanları bir daha yaşamamak için siciline silinmez biçimde alırsa geleceğine doğru attığı adımları güçlü olur.

Bellek burada ortaya çıkar ve insanlığın gelişimine kendisini sunar:

Kitaplar, kitaplıklar, ansiklopediler, dergiler, gazeteler, arşivler, yazıya dökülmüş anılar, sanatın her dalından, zamanı aşarak dünden getirmiş olduğu yaratılardır.

“Geçmişi unutanlar, onu yeniden yaşamaya mahkûmdurlar” demiş George Santayana.

BELLEĞE SAHİP ÇIKMAK

Unutkanlık, belleğe sahip çıkmamanın adıdır.

İnsan unuttukça adaletsizliğin egemenliği artar.

Toplumsal iktidara sahip olanlar toplumun belleğinin diri kalmasını istemezler ve köleleştirilmiş bir toplum yaratmak isterler.

Toplumsal belleğin düşünsel kaynaklarının kurutulması, bunların unutulması, silinmesi, bir toplumun görmez, duymaz hale getirilmesi, değer yitimine uğratılması, duyarsızlaştırılmasıyla, vicdansızlaştırılmasıyla, ahlaksızlaştırılmasıyla eştir.

Kültürel belleği bugünlere ve geleceğe taşımamak bir topluma yapılacak en büyük kötülüktür ve biz şimdilerde tüm insanlıkla birlikte bu kötülüğü yaşamaktayız.

Ama bilim, sanat, felsefe, eğitim, kültür, siyaset insanlarının bütün bunlara karşın yarattığı güçlü silahlarımızı doğru kullanırsak boyun eğmeye de, acı çekmeye de son verebiliriz.

İNSAN DEVRİMİNE İHTİYAÇ VAR

Emperyalizmin “Yeni Dünya Düzeni”ilkçağlardan bu yana insanlığın başına bela olan barbarlığın günümüzdeki adıdır.

İnsan olmak, insan kalmak çok zor ve insanlığın, insanlıktan çıkmış insanlardan korunması zorluğunu yaşıyoruz.

Cahillikle ve çaresizlikle beslenen, ek gıdası insan eti, insan kanı olan dolar, tüm dünyada işbirlikçileriyle  harita çizerken öbür dünya ve cennet vaadiyle iç içe geçtiği bir düzeni yaşatıyor.

İnsanı insan eliyle bombalıyor, yakıyor, kanatıyor, eziyor, yok ediyor.

Ülkemizde, yaşama, yaşadığımız doğaya sahip çıkmaya, dilde, bilimde, eğitimde, sağlıkta, kültürde, tarımda, yurttaşlıkta, siyasette, bütçede, kısacası insan olmakta devrime ihtiyacımız var.

Erdal Atabek, Cumhuriyet’teki 18 Aralık 2017 günlü yazısında şöyle demişti:

“Bilinçli uygar yaşam kendi ellerimizle gerçekleşecektir.”

Kaynak bağlantısı