Saray’daki AKP’li şehir hastanelerine “hayallerim” diyordu. Herkes sıraya girmeden, sıkıntı çekmeden sağlık hizmetinden yararlanabilecekti!

Bugün gelinen nokta bellidir.

Hastanelerde doktora, sağlık personeli ve hizmetine ulaşmak neredeyse olanaksızlaşmıştır.

Başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere, sağlık alanında saygın demokratik kitle örgütleri; şehir hastanelerinin Türkiye’de sağlık sorununu çözemeyeceğini, sağlığın özelleştirilmesine neden olacağını ısrarla dile getirmişlerdi. Sosyal devlet ilkesinin yıpratılacağını, sağlığın kamusal hizmet değil ticari bir mal konumuna getirileceğini gündeme getirmişlerdi.

Ne çare, söylenenler bir kulaktan girip öbür kulaktan çıktı. Çünkü Saray, hayallerinin peşindeydi.

Şehir hastaneleri, 25 yıllık kira bedelleri ve sağlık bütçesine getirdiği çok yüksek yükler nedeniyle bir kara deliğe dönüştü. Tıpkı Saray’ın bir zamanlar iktidar ortağı yaptığı FETÖ gibi, şehir hastaneleri de devleti içinden kemiriyordu.

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın yakın zamanda yaptığı bir saptamaya göre, Sağlık Bakanlığı’nın bütçesinden bu yılın ilk üç ayında şehir hastanelerine ödenenlerle 9 Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi daha yapılabilirdi.

Ama yapılmadı. Çünkü Saray’dakinin bir “hayali” vardı.

O hayalin sonucu belliydi:

Damadı ile ekonomiyi nasıl çıkmaza soktuysa sağlık alanını da içinden çıkılmaz hale getirmiş, kelimenin tam anlamıyla batırmıştı.

Saray’daki, deprem sonrasında da “hayaller” görmüş; “319 bini bir yıl içinde olmak üzere 650 bin yeni konut inşa ederek deprem şehirlerimizin tamamını ayağa kaldıracağız” demişti.

Ancak bir yıl içinde 45-50 bin konut hak sahiplerine verilebilmişti.

Yani o hayalleri de boş çıkmıştı.

Ülkeyi Alice’in harikalar diyarına çeviren Saray’daki AKP’li şimdi suçu, tek başına belirlediği kararları uygulayan, tek başına atadığı sağlık ve çevre bakanına tüm sorumluluğu yükleyip işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.

Boşuna çaba.

AKP ile birlikte Saray, azar azar çözülüyor, eriyor.

EMEVİ CAMİSİ’NDEN DÖNÜŞ

Saray’dakine göre, “Katil Esed” sarin, klor gazı kullanmış, 1 milyona yakın insanı öldürmüştü.

Cerablus’a, El Rai, Dabık, El Bab’a girmekle övünüyordu. Şam’da Emevi Camisi’nde namaz kılacaktı. Suriye’de meşru zeminde bir siyasi iktidar kuracaktı!

Amerika’nın petrol bekçisi PKK-YPG’nin sınırda özerk bölgeler oluşturmasına olanak tanımıştı.

Türkiye’ye milyonlarca Suriyelinin girmesine, Avrupa’dan para alma karşılığı ses çıkarmamıştı.

Askerlerimizin başka bir ülkede emperyalistlerin çıkardığı iç savaşta gazi olmalarına, şehit düşmelerine göz yummuştu.

Bütün bu olup biteni, ölümleri, ülkenin uğradığı zararları bir anda unuttu. Diyor ki:

“Bizim kimsenin toprağında ve egemenliğinde gözümüz yoktur. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve milli birliğinin korunması Türkiye’nin de önceliğidir. Güçlü bir Suriye görmek istiyoruz.”

Tutarsızlık mı dersiniz, oportünizm mi, ölçüsüzlük mü, iş bilmezlik mi, düzgün düşünememe mi, siyasi dincilik çizgisinden sıyrılamama mı, cehalet mi, ben bilirimcilik mi, egemenlerin peşinden sürüklenme mi?

Hepsi ama hepsi var.

Olan, bu güzelim ülkeye oluyor.

Kaynak bağlantısı